Kişilerle ve kendimizle ilişkilerimizde, yakın çevremiz, çağımız, geçmiş ve gelecekle olan ilişkimizde bir kişi, özne olarak varolmamızın temelinde değer anlayışımız, bunun temelinde ise insana olan bakışımız bulunur.
İlişkilerimiz içindeki tutumumuz, yaşadığımız olaylar karşısında aldığımız her karar ve davranışlarımız, bunları nasıl değerlendirdiğimize bağlıdır. Karar ve davranışlarımız ise yaşamımıza vermeğe çalıştığımız yönü gösterir ve bu yön ki kendi kendimizi nasıl değerlendirdiğimize bağlıdır. Belki de diyebiliriz ki bu yönleniş özne olmanın kavşağıdır. Belki de bu yönleniş içindeki b(aşk)a olanla karşılaşma fırsatıdır.
Aynı olayların, durumların, kişilerin, davranışların ve genellikle aynı realitenin değerlendirilmesi öylesine farklı ya¬pılabilir ki sorgulayarak yaşayan kişi sürekli açmazda bulabilir kendini; doğru değerlendir¬menin hangisi olduğuna karar vermek için ge¬çerli değer yargılarının verdiği ölçüleri reddeden, kuşku içinde bir oraya bir buraya sürükle¬nen kişi, karşılaştığı her şeyi şu veya bu şekilde değerlendir¬mek karar almak ve tavır takınmak zorundadır.
Gü¬nümüzün insan anlayışının mot- to’larından biri “her şey yapılabilir” düşüncesidir. Kişinin “her şeyin” yapılamayacağını görmesi; koşullar ne olursa olsun “her şeyi” yapmakta kendinde hak görmemesi; yapmaması gereken bir şeyi bir kaçı¬nılmazlıktan dolayı yapmak zorunda kalırsa, bunun doğru ol¬madığını bilmesi için, kişinin insan problemleri üze¬rinde kafa yorması, dolayısıyla görme olanaklarını iyileştirmesi gerekmektedir. Ve dahası insanın varolan sınırları ile belirsizliğin içinde yeni bir yerleşim yeri inşasıyla mümkündür.
Yaşayan her kişinin olmakta olana yön vermede, çok farklı derecelerde de olsa, payı vardır. Ne var ki, tarihsel oluşu değerlendirebilmek, kendi yerimizi bulabilmek ve geleceğe yön verme çabasını sürdürebilmek için, insanın yaşantılarını yansıtan insan yaratıcılığının kalıcı ürünlerini değerlendirmekten başka yolumuz da yoktur.
Yaratıcı kişiler, içinde yaşadıkları tarihsel anı en odaklı kavrayan ve oluşun yönünü bir noktaya kadar etkileyen kişilerdir. Yön bulmaya çalışan ve bir b(aşk)a’ ya yönlenmiş öznenin en önemli sorumluluğu hep yeniden çağın insan anlayışının ne olduğunu sorgulamak ve insanca yaşayabilmek için yol gösterme pratikleri üzerine vurgu yapmaktır.
Çağlar boyu insanın ızdırabını, ezilmişliğini, haklı mücadelesinin onulmaz yaralarını, sevinçlerini ve buhranlarını yani tümüyle insan olma hallerini türlü anlatım biçimleriyle ortaya koyan sanat eserleri şimdi ve burada yeniden üretimin tüm formlarına bürünürken yaratıcısının içinde bulunduğu dönemin tanıklığında belki de bazen sembolik bir dille ilettiği şeyin deşifresiyle mümkün olacaktır b(aşk)a olanın keşfi.
Mademki dünya olduğu gibidir, bu dünyanın içinde nasıl davranacağımızı bilmektir esas olan. dolayısıyla da tarihsel oluştaki rastlantıları, dar sınırlar içinde bile olsa, insanların eld¬en geldiği kadar yararına çevirmektir en önemlisi.
Yaşadığımız ve içinden geçtiğimiz Corona günlerinde evlerimizde, ev dediğimiz gönül bahçemizin günlüklerinde tekrarın getirdiği bazen dehşet bazen de anlamsızlık girdabının izdüşümleri yer alırken karşılaştığımız kendimiz ile ne yapacağımızı bilmezken tam da olmakta olana bu sefer farklı bir yanıt gerekiyor. Bilmediğimiz, bu güne kadar yabancısı olduğumuz yeni bir dili öğrenme gayretleriyle ve tarihin mirasıyla kendilediğimiz, öznel bir yanıt içeren yeni olana, bir b(aşk)a’ ya ihtiyaç yok mu sizce de. Dış gerçeklikten öte bizden doğru, içsel olanın hakikatine ihtiyaç yok diyebilir miyiz gerçekten?
Sizce de değer mi hiç değerleri yeniden değerlendirmeye?
İnsanlaşma sürecimizde, kendimizden doğru, başka olanın olanaklarından düşünmeye ve yeniden yordamaya değer mi gerçekten?
Eğer b(aşk)a içinse değer birtanem….