Anlatı ve hatıralardır hayatı yaşanmış kılan. Biraz da hayatın anlatı değeridir hisleri kuvvetlendiren. Geçmişi unutmak ya da unutmamaya çalışmak yerine anlatı değeri ile ve tarihin değişerek hatırlanmasıdır hayat. Kanaviçe işler gibi işlemek tarihi, aynı iplerle farklı desenler yapmak. Bazen de kullandığın ipleri ve kumaşı değiştirsen de seçtiğin desen seni ve sana ait olanı anlatsın diye.
Bir orman hayal edin, uçsuz bucaksız. İsterseniz buraya düz bir ovadan ulaşın, isterseniz asvalt bir yoldan. Hepimizin orman için anlatısı, hayalleri değişecektir. Sorsam nasıl ağaçlar var ormanda, hangi hayvanlar yaşıyor. Bildiğinizden doğru, kendinizden doğru bir anlatı yaratacaksınız. Ormanın uçsuz bucaksızlığının taşıdığı bilinmezliği kendinize göre tanımlamaya çalışacak, bazen yok sayacak hatta bazen gördüklerinizi inkar yoluna gideceksiniz. Şunu söylemeliyim ki ne yaparsanız yapın bilinmezlik hep orda duracak. Kimileriniz bundan korkacak ama kimileriniz için bir macera olacak bu. Ormanda başkaları var mı diye soracağım; kimileriniz ailenizde söz edecek, kimileriniz başka başka insanlardan. Hatta belki başka gezegenlerde yaşayan dostlar bile söz edeniniz olacak. Yine yollar kendinizle bilinmezlik arasında bir yerde tıkanacak ve kiminiz bundan haberdar bile olmayacak.
Bir sanatçı gibi yaşamak, hayatını bir sanat eseri haline getirmek gibi güzellemeler üzerinden de anlatmak istemiyorum hayattan kalanları. Şimdi burada hissetmek, anı yaşamak da değil. Tüm bunlar bazen bana parçalanmışlığın, bölünmüşlüğün tanımları gibi geliyor. Sende kalanların, sana ait olanların izdüşümü hep değişirken bazı adresleri noktalamak gibi. o bağzı noktaların içinde mekanların, seslerin, kokuların, bir gülüşün ya da bir feryadın ne zaman, nasıl, hangi yolla şimdine, yarınına, tercihlerine ve dahi aldığın nefese etkisinin bilinmezliğini varsaymadan üzerine konuşulmayacak bir düzlük burası. Hiçbir şeyin kontrol edilmezliğinden doğru, hiçbir şeyi yönetemez oluşundan doğru hem de. Belki de hayat becerememeyi becerebilmekle mümkün. Becerememeyi becererek yaşanabiliyor.
Belki de hayat mutluluğu herkes için istemek. Bazen o an kimde olduğunun da önemi düşünmeden. Neden istediklerimiz bir başkasının iyiliği için olmasın. Günümüz toplumunun narsizminde kendinden doğru kendinden başka olana bakabilmek neden olmasın. Üzüntülerinin, öfkenin, kahrolmuşluğunun, sıkıntılarının, sevinçlerinin, korkularının herkes için olabileceğini kabul etmek de mümkün. Kendi dolambaçlı yollarımızdan doğru kendimizi keşfetmek ve bu yola yeksan olabilmektir belki de anlamanın basamakları. Varoluşunun derin dehlizlerinden bir başkası için hayatı yaşanılır kılma gayretidir. Birbirimizden başka kimsemiz yok öyle değil mi? Hayat öfkenin, hiddetin, kıskançlığın, bencilliğin ve dahi körlüğün nur topu gibi doğacak çocuğudur. Tüm gebelik sıkıntılarını ve doğum sancılarını unutturacak türden hem de.
Sonun başlangıcında sonu olmayan bir yerden diyebilirim ki tarihsellik ve temsiliyet için kelimeler icad edileli bin yıllar oldu. Belki de kelimeler ihtiyaçtandı. Belki de kelimeler hayata iştirak etmekti. Anlamak ise çoğu zaman ezber edilenden ibaretti. Herkese ezber bozan yıldönümleri diliyorum. Herkese bulunduğu yerden tam da bitenin ve sürmekte olanın karmaşasının içinden bir yerden başlamasını sağlayacak bir noktalı virgül bırakıyorum.
Çıktığım bir yolculuk vardı yıllar önce yıllarca unutmaya çalışıp, yok saymaya çalışıp etrafında dolaştığım bir yerdi. Kendi bilinmezliğimle başa çıkma uslubumdu bu. Yolu yolculuğa çeviren tren kompartımanlarının her vagonunda durup oturdum. Vagonlar vardı topraktan kazandıklarıyla trende bir koltuk alabilen. Vagonlar vardı toprakları betonlayarak çalışıp eve ekmek götüremeyen. Vagonlarda emek vardı, açlık vardı. Yemekli vagon da vardı. Doygunluğun kendinden geçmişliğiyle öylece duran, bakan, görmeyen.
Vagonlar hiç bu kadar sınıflara ayrılmamıştı demeyeceğim. Vagonlar hep sınıf mücadelesiyle tarihin içinde seyahatteydi. Buharlı trenin icadından beri başka bir dilde, bir ritmle değişimi, yaşadıklarını, kalanları konuşup duruyordu yolcularının kulaklarına. Tarih tekrarlarla yeniden yazılıyordu. Bu tekrar eden toplumsal çelişki ve çatışma içerisinde kendimize izin verdikçe kendi işaretlerimizi takip ediyor. Elimizdeki princi ayıklıyorduk. Kimilerimiz sadece kendimize kimilerimiz de hepimiz için.